“Bilgi Hızı”nın Karşısında “Bilgi Hazzı”nın Değeri Üzerine

Meltem Sahin
3 min readFeb 14, 2022

--

Photo by Matthew Holland

Fahrenheit 451 ile tanıştığım lise yıllarımda, hafta sonları dahi okul kütüphanemize giderek tüm rafları tarayıp listeler hazırlayan ve kendini, üniversiteye geçene kadar tüm bu heyecan verici içerikleri okumaya ve anlamaya adamış bir gençtim. O zamanlar kitaplar, beni alevlendiren, heyecanlandıran, bilgilendiren, bazen de kızdıran; güzel kokulu, dokulu ciltli ve anlamlı sayfalardı. Bilgi içerikli olsun ya da olmasın herhangi bir kurguda bile zihnimi beslediğimi, kendime çok şeyler kattığımı hisseder; bunun rahatlığı ve hafifliğiyle adeta çölde susamış bir insan misali okudukça okumak isterdim. Ne var ki okudukça unuttuğumu, yaşadıkça yozlaştığımı, bildikçe aslında bilmediğimi ve araştırınca dahi pür gerçekliğe ulaşamadığımı anlamam çok uzun sürmedi. Fahrenheit 451 de tam da yaşamımın bu çağına denk gelen, kurgusunun yanında bir o kadar da gerçek ve mümkün hissettirmesinin dehşetini bana yaşatan, akıcı ve o denli de tedirgin edici bir eserdi. Ne de olsa internetin bu denli yaygınlaştığı, herhangi bir bilgiye çevrimiçi arama motorları yardımıyla saniyeler ve hatta saliseler içerisinde ulaşabildiğimiz, matbu kaynakların çevrimiçi dünyanın bu hızına yetişemeyerek günden güne tiraj düşüşü yaşadığı, bunun sonucunda da çevrimiçi anonimliğin herkese doğru veya yanlış sözler yazma ve söyleme imkânı getirdiği bu çağda sanıyorum hiç de gerçekleşmesi imkânsız, distopik bir senaryo değildi Fahrenheit 451’inki…

İngiliz literatürü üzerinde söz sahibi olan Oxford sözlüklerinin 2016 yılında “yılın kelimesi” addettiği bir isim vardır: “post-truth”. Yahut Türkçemize çevrilince “hakikat sonrası”. Yılın kelimesi seçilmesinin epey manidar olduğu, çağımızı tanımlamaya aday bu kavramda; kitlelerin duyguları ve inanışları, “hakikat” addedebileceğimiz bazı nesnel gerçekliklerin ötesine geçerek bilgiyle inanışın çatışmasını serer gözler önüne. Bilginin bu denli yaygınlaştığı, bilgiden emek vererek, acı çekerek, ağır ağır ve kana kana haz almayı unuttuğumuz şu çağda bilgi hızının gerçek bilgiye ulaşmayı ve nesnel hakikati savunmayı ne kadar zorlaştığının apaçık göstergesidir bu durum aslında. Hep konuşuruz kendi aramızda, “Ne olacak bu dönem insanlarının hali?” diye. Biz genç insanlar bile bizden sonra gelen neslin gerçeği bilmeye ve araştırmaya dair umursamazlığı, bir şeyleri tez ve antitez sunarak tartışmaya karşı bilgisizliği ve herhangi kaynaksız bir bilgiyi sorgulamaksızın yaymaya yönelik hevesleri karşısında dumura uğrar, pek de anlam veremeyiz bu duruma. Oysa, bilgi hızının bilgi hazzını unutturduğu dünyamızda bu durumun sebebi oldukça açıktır. Her gün çevrimiçi ortamda okuduğumuz onlarca asılsız haber, daha da tehlikelisi “sosyal medya” olarak addettiğimiz ve içerisinde aktif yer alınca kendimizi “sosyal” ve dikkate değer” hissettiğimiz mecralarda, çoğu zaman 140 karakterle sınırlanan düşünce ve fikir iletme özgürlüğümüz de aslında bilen yahut bilmeyen herhangi bir kişinin, yalnızca 140 karakterlik öznel bir yargıya bile ne kadar kolay erişebileceği, inanabileceği ve onu geniş kitlelere yayabileceğini gösteren önemli bir sebeptir bu kitlesel cehaletin zeminini hazırlayan. Ne de olsa kim yenile tuşuna basınca saniyeler içerisinde yenilenen, sadece 140 karakterle tüm gündemi bize aktardığını iddia eden, herhangi bir araştırmaya, konuya kafa yormaya ve düşünmeye gerek duymadan erişebildiğimiz bu plastik “bilgi”yi, acı çekerek, zaman vererek ve kafa yorarak özümseyip çıkarılacak gerçek bir bilgiye tercih eder?

Sonuç olarak, Oxford’un “hakikat sonrası” kavramını ortaya attığı, teyit.org gibi bilgi kontrolü sitelerinin oluşturulduğu bir çağda bilginin plastikleştiğinin, fazlaca erişilebilir hale gelmesine karşın yavanlaştığının ve kontrol mekanizmalarının gevşedikçe bizlerin hızlı ve güvensiz bilgiye çok daha inanmaya meyilli hale gelmemizin doğal bir sonucudur cehalet. Ve cehaletin mutluluk olduğu yegâne yer, distopik roman Orwell’in 1984’üdür. Bizim erdemli kılmaya çalıştığımız dünyamızda ise cehalet savaşlara sebep veren, politika gibi asılsız bir zemini erdem sayan, bilmeyen fakat bildiğinden çok emin olan, bakan fakat görmeyi bilmeyen, çokça konuşan fakat pek nadir düşünen, göz gezdiren fakat okumayan, doğru sandığı yanlışları fütursuzca kitlelere yayan; sağır, dilsiz ve kör bir toplumu oluşturur ancak.

Unutulmamalıdır ki en kuvvetli ve yok edici çarpışmalar en yüksek hızda gerçekleşenlerdir; en keyifli, zevkli ve anlamlı seyahatler ise yavaş, sindirerek, düşünerek ve gözlemleyerek yapılanlardır.

Ocak 25, 2022 / meltems

tüm linkler(web),YouTube, Instagram ,Linkedin, Yemek blogu “oncekahvem”

--

--

Meltem Sahin

Currently @TUM, Munich. Graduate of METU, B.Arch. // instagram: @meltemsahin11 @oncekahvem // meltemsahin.rocks/